Ayakkabının Tarihçesi
MİLATTAN ÖNCEKİ DÖNEMDE AYAKKABI
Tarihte bilinen ilk ayakkabı şekli, düzleştirilmiş ot veya kaba derinin ayağa ilkel iplerle bağlanmasından oluşmaktadır. Mevcut kaynaklara göre ayakkabıya ait ilk bulgulara Avrupa (İspanya, Fransa, İtalya)’ daki mağaralarda rastlanmaktadır: “M.Ö. 12000-15000 yıllarında İspanya’ nın doğusundaki paleolitik mağara resimlerinde erkeklerin deri, kadınların kürk çizme giydikleri görülmektedir.” Bu alandaki en eski kanıtlardan birisi de M.Ö. 8000 yılına tarihlenen Amerika yerlilerine ait sandaletlerdir. Eski Mısır’ da yalın ayak dolaşmayanlar, iki bantla ayağın üzerinden tutturulan ve çoğu kez süslü sandaletler giymişlerdir. Mısırlılar’ ın kutsal emanetleri arasında papirus yapraklarından yapılmış çeşitli sandaletler mevcuttur. Mısır’ da sandalet imalatının itibarlı bir sanat dalı olarak kabul gördüğü bilinmektedir.
Papirus’tan yapılmış sandalet.
Ayakkabı konusunda oldukça yaratıcı olan Mısırlılar, M.Ö. 3500 yıllarında ıslatılmış kumda ayaklarının kalıplarını çıkarıp, bu kalıplarda şekillendirdikleri tabanı ham deriye bağlayarak sandaletler yapmışlardır. Bu sandaletler zamanla giyen kişinin statüsünü gösteren birer simge halini almıştır. Kadınlar mücevherlerle süsledikleri ayaklarını sergileyip, erkekler ise deri kayışlarla ender bulunan değerli taşlar taktırmışlardır. Mısırda yaygın olarak sandalet kullanılırken Anadolu’ da Hititler, bugün kullanılan çarıklara benzer ayakkabılar giymişlerdir. Kaynaklara göre Mezopotamya’ da M.Ö. 3000 yılından önce Mısır sandaletlerine benzer sandaletler Sümer askerleri tarafından kullanılmıştır. M.Ö 2000’ den sonra ayağa bantlarla bağlanan sandaletler yaygınlaşmıştır. Mezopotamya’ da sandaletin dışında Anadolu etkisiyle çizme ve bot da giyilmiştir. Bütün binici halklar gibi Asurlular da çizme giymişlerdir. İlk ökçeli ayakkabıları da onlarda görmekteyiz. Üstten bağcıklı ayakkabılar da Asurlular’ ın buluşudur. İranlılar çeşitli kabartmalarda, ayakkabılı olarak tasvir edilmiştir. M.Ö. 5. yüzyılın sonlarına doğru, Atina’ da zafer tanrıçası Nike’ ın toprağının elden gidişi ve savaş alanından çekilme figürünün simgelenmesi bağı çözülmüş sandaletler ile gösterilmiştir. Eski Yunan’ da ise bildiğimiz sandaletlerin yanı sıra, bot tipi ayakkabılar da giyilmiştir. Yunan ayakkabıları üç çeşittir: Kayışlarla bağlanmış basit bir tabandan ibaret olan sandal, ayrıca bir tabanı olmayan aba ayakkabı ve kothornos adı verilen devrik konçlu bir çeşit potin. Aynı tip ayakkabıları Romalılar’da kullanmışlardır. Romalılar da ayakkabı modelleri giderek zenginleşip çeşitlenmeye başlamıştır. Eski Yunan ve Romalılar’da M.Ö. 500’ lerde sahnede boyu uzun göstermek için ökçenin yerini tutan, yüksek mantar tabanlı ve konçlu “kothurnus” modeli ayakkabılar, trajedi aktörlerince giyilmiştir.
Kothurnus
Japonlar’ ın sandaletle tanışıklığı da çok eskilere dayanır. Japon sandaletlerindeki her bir şeklin ayrı bir mevkii veya mesleğe işaret etmesi, ayakkabıya verdikleri önemin bir simgesidir.
MİLATTAN SONRAKİ DÖNEMDE AYAKKABI
M.S. 270-275 yılları arasında Roma İmparatoru Aurelianus, erkeklerin renkli ayakkabı giymelerini yasaklamış, kadınlara kırmızı, yeşil, sarı ve beyaz ayakkabı kullanma izni vermiştir. Eski Yunan ve Roma döneminde sandaletin yaygın olarak kullanılmasına karşın, Bizanslılar 4. Yüzyıldan başlayarak kahverengi ve siyah deriden yapılmış terlik ve kapalı ayakkabılar giymeye başlamışlardır. Bizans ayakkabıları, Pers formlarından ve Orta Asya Türk kavimlerinin ayakkabı formlarından da etkilenmiştir: Mezopotamya uygarlığının son temsilcisi Persler (İranlılar), Hitit çizme ve botlarında kendi kültürlerine uygun değişiklikler yaparak ucu kesik, bilekten üç bağcıkla (siyah ve kırmızı renklerde) bağlanan modeli geliştirmişlerdir. Bu model, Antik Yunan, Roma ve Bizans’ ta da görülmüştür. 1000’ li yılların başlarından itibaren Anadolu’ ya giren Türklerin giydiği siyah, kırmızı, sarı bot ve çizmeler de Bizanslılar tarafından kullanılmıştır. Ortaçağ’ da, 13. yüzyıl ortalarında özellikle Avrupa saraylarında görülen, “poulaine” isimli ucu sivri ve yukarı kalkık model Hitit formları ile Doğu etkisiyle biçimlenmiştir.
16. yüzyılda Avrupa’ nın en ilginç ayakkabıları çıkış noktası Türk takunyaları olan chopinelerdir. “Chopine” yüksek tabanlı, süslü kadın ayakkabısıdır. Chopinelerin tabanları Venedik’ te 75 cm’ e kadar ulaşmıştır. Bu tarzın Venedikli kadınların da Türk kadınları gibi sokağa daha az çıkmaları için uyarlandığı belirtilir.
16. yüzyılın sonlarına doğru erkek ve kadınlarca giyilen “mule” ya da ökçeli terlikler moda olmuştur. Bu tür terliklerin burunları uzunca, keskin kare kesimli ve yüzleri kapalıdır. Genellikle ipek, kadife ve saten brokar lüks kumaşlardan yapılmış sayaları ipek, altın ve gümüş alaşımlı stilize çiçek motifleri ile kabartma işlidir.
Barok dönemde yumuşak ve akıcı biçimlere olan tutku, ayakkabı ve ölçülere de yansımıştır. Düğmeler ve tokalarla süslü olan ayakkabılar işlemeli ve kadife kumaşlardan üretilmiştir. Ökçeler giderek yükselmiştir. Rönesans ile birlikte ayakkabı modasındaki aşırılılıklar, yerini geniş rahat modellere bırakmıştır. Bu dönemde genellikle deri, kadife, ağır ipekten üzeri işlemeli ve alçak ökçeli ayakkabılar (kadınlar için babet tarzı) giyilmiştir. 1790, Fransız İhtilali sonrası yüksek ökçeler ortadan kalkınca insanlar sokakta çamurdan korunmak için ayakkabılarına mantar ökçeli “şoson” lar giymeye başlamışlardır. 1820-50 arasında kadın ayakkabılarında ökçeli modeller eski önemini yeniden kazanmıştır. Erkekler içinse kibar ve sade bir şıklığa sahip, bileğe kadar uzanan “bottinelaer” adlı formlar moda olmuştur. Ayakkabının insan ayağına uyumu, aşağı yukarı 100 yıllık bir geçmişi olan “Pedortiks” biliminin alanına girmektedir. Bu bilimin temeli İngiltere Kralı II. Edward’ ın 1324’ te inç’ i tarif etmesiyle atılmıştır. Bu tarihten sonra ayakkabılara standart numaralar verilmeye başlanmıştır. Bugün kullanılan İngiliz Ölçü Sistemi, 1880 yılında, New York’ lu Edwin B. Simpson tarafından başlatılmıştır. Bu ölçü sistemi, her bir numara artışında ayakkabının 1/3 inç büyümesini, ¼ inç de genişlemesini esas almaktadır.
TÜRKLER’DE AYAKKABININ TARİHÇESİ
Türk dilinde ayakkabı anlamındaki en eski sözcük “edik” tir. Orta Asya Türkleri’ nde edik; “çizmeye benzer konçlu bir ayakkabı” dır. Edik sözcüğünün 8. Yüzyılda Orhun Yazıtlar’ nda geçmesi, o dönemde Türkler’ in çizme, bot giydiklerini ortaya koymaktadır. Anadolu Türkleri’ nde ayakkabıcılık sanatı ile ilgili en eski bilgiler İbn-i Batuta Seyahatnamesi’ nde görülmektedir. İbn-i Batuta 1330 yılında Antalya’ da dikicilerin bulunduğunu anlatmaktadır. Konuyla ilgili Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait belgeler de mevcuttur. Eski kayıt ve belgelerde ayakkabıcı veya ayakkabı kelimelerine rastlanmamaktadır. Bu esnaf ve sanatkarların adı, Babuççu (babuçi), Başmakçı, Dikici ve Haffaf olarak geçmektedir. Eskiden Babuççuların ve Dikicilerin yaptıkları malları satan tüccara Haffaf denmiştir. Bu kelime sonradan bozularak Kavaf olmuştur. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’ nde Mercan yokuşunda Babuççu bekarlarının kaldığı sekiz adet bekar odası (Mercan Odaları) olduğunu belirterek ayakkabıcılar hakkında bilgi vermektedir. Evliya Çelebi, ayakkabı imalatçılarını gözü pek, haffafları ise pabucu beş akçe kar ile satmaya razı olmayan, insafsız ve müşteriye kan ağlatan kişiler olarak anlatmaktadır.
Ayakkabı yapan sanatkarlar, yaptıkları iş bakımından şu bölümlere ayrılmıştır.
• Kırmızı ve kara pabuç yapan ustalar,
• Zenne pabucu yapan ustalar,
• Erkek çizmesi yapan ustalar ,
• Zenne çizmesi yapan ustalar.
Ayakkabı çeşitleri ise şunlardır:
• Dikişli kara pabuç (postal),
• Dikişli kırmızı pabuç •
Kopçalı lapçın mest (Gıcırlı mestler sonradan icat olmuştur),
• Erkek terliği (Mercan terlik),
• Zenne terliği,
• Zenne ayakkabısı (bunlara sarı şipitik pabuç denilmiştir, taban astarları çuhadan yapılmıştır),
• Parlak zenne kundurası (gelinler için yapılmıştır),
• Dikişli erkek çizmesi (bunların konçları, sahtiyan olup altları ökçesiz ve düzdür. Ökçe mahalline büyük bir nalça konmuştur. Bu nalçalar ökçeye içten çivi ile perçinlenmiştir. Uzun konçları yukardan dizkapağı altına bağlanmıştır. Bu bağın üzerine de, bir kısım konç devrilmiştir),
• Zenne çizmeleri (konç yüzleri, telli bezlerden yapılmıştır. Renkleri sarı ve kırmızı olmuştur. Konçları da erkek çizmelerinden daha kısa yapılmıştır. Bu çizmeleri çoğunlukla köy gelinleri giymiştir).
Osmanlı Türkleri’ nde deri işleme sanatının gelişmiş olması ve özellikle Yeniçeri Ocağı’ nın at binmede geçerli olan yumuşak deri çizmelere gösterdiği ihtiyaç yüzünden ayakkabıcılık çok gelişmiştir. Yalnız asker ocağında değil, sivil hayatta da ayakkabıların, giyenin sosyal durumunu gösteren özellikleri olmuştur. Örneğin, hizmetkar çizmesini sadece bu sınıfın görevlileri giymişlerdir. Türkler’ in Anadolu’ ya gelmesinden sonra 14. yüzyıldan en az 17. yüzyıl sonuna kadar ayakkabıcılar Ahilik Teşkilatı içinde belirli kurallara bağlı olarak yaşamışlardır. Daha Anadolu Selçuklu Devleti döneminde dikicilerin bulunması, Akdeniz Bölgesi’ nde üretimi devam etmekte olan yemenilerin kökeninin 14. yüzyıla kadar gittiğini göstermektedir. Üç asırlık dönemde ayakkabıcılar genel olarak; çizme, pabuç, terlik ve mest yapanlar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Ayrıca ayakkabı tamircilerinin bulunduğunu da Evliya Çelebi anlatmaktadır.
Yakın zamana kadar ayakkabı üreten tek kamu kuruluşu olan Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Sanayi Müessesesi’ nin kuruluşu 1810’ lu yıllara kadar gitmektedir. 1923’ te Cumhuriyet’ in ilan edilmesinden 1950’ ye kadar ısmarlama ayakkabı dönemidir. Bu dönemde düşük gelir seviyesi, kısıtlı talep ve üretimin tamamen el emeğine dayanması sonucu, ayakkabı üretim miktarı sınırlı kalmıştır. 1950-1975 döneminde ayakkabıcılık makineleşmeye yönelmiş, üretim önceki döneme göre birkaç katına çıkmış, fakat kitle üretimine geçiş mümkün olmamıştır. 1975 yılından sonra Ayakkabı Sanayi gelişme yoluna girmiştir. Makineleşmiş ve yarı makineleşmiş tesislerin artması, ihracatta görülen artışlar ve devletle ilişkilerin sıkılaşması bu döneme rastlamaktadır. 1980 sonrası hükümetlerin izlediği dışa açılma ve ihracat teşvik politikaları Ayakkabı Sanayiini de etkilemiştir. Sovyetler Birliği’ nin dağılmasından sonra bu birliği oluşturan ülkelerin vatandaşları Türkiye’ den bavul ticareti yoluyla ciddi miktarda ayakkabı satın almışlardır. Diğer yandan bu talebe bağlı olarak sektörde makineleşme oranı yükselmiş, kurulu kapasite artmıştır. Yine bu dönemde düzenli fuarlar yapılmaya başlanmış, 1989 yılında lise düzeyinde ayakkabıcılık mesleki-teknik eğitimi başlamıştır.